13 Temmuz 2013 Cumartesi

Günün Filmi / Orphan

    Yazın keyfi en güzel kış mevsimi temalı filmler izleyerek çıkar bence. Evinde oturup sıcaktan yanarken bir filmin seni serinletmesi kadar güzel olan başka ne vardır ki? Hele ki bu film ıssız bir yerde geçiyorsa... Hele hele bu film bir korku - gerilim filmiyse kim tadından yiyebilir? Aradığınız içinizi ürpertecek ve sizi gerim gerim gerecek bir filmse o zaman gelin siz beni dinleyin ve bu filmi seyredin.
    Film başında biraz klişe gelse de, konu birçok filmde izlediğimiz konulardan biri olsa da devamında bizi şaşırtıyor. Yani bir sürü filmde kullanılmıştır bir ailenin yetimhaneden evlat edinmesi sonucu başlarına gelen olaylar...  Ama bu film bir süre sonra bize farklı bir şeyler izlettireceğini sezdiriyor. Güzel bir kadın Kate ve onun sadık kocası John yaşadıkları talihsiz bir olay üzerine, yıllar sonra acılarını hafifletmek için, evlat edinmeye karar verirler. Güzeller güzeli bir kızları ve akıllı bir oğulları da vardır. Bundan sonrasını az çok zaten herkes tahmin ediyordur. Yetimhanede hemen dikkati çeken bir kız olan Esther bu sefer ailesiz kalmayacaktır. Herkes Esther'i bir anda çok sever. Esther yeni ailesine, yeni evine sonunda kavuşmuştur. Her şey asıl ondan sonra başlar.

    Esther aslında sizin şu anda aklınıza gelen 'şeytani kız' kavramından uzak bir karakter. Yani Esther'in şeytana taptığı ya da ona hizmet ettiği ya da onun çocuğu olduğu falan yok. Olağan üstü güçleri, hiç yok. Aklınıza gelen filmleri tahmin edebiliyorum yani onlardan farklı aslında Orphan. Sevgi dolu bir aile ve görünürde sevgiye muhtaç bir kız var. Esther'in şeytana tapmadığı apaçık bir gerçek ama şöyle de bir şey var, Esther kötü. Yani salt kötü şeyler barındıran bir çocuk. Yaşından beklenmeyecek kadar kötü. Görmüş geçirmiş insanların bile akıllarına gelmeyecek şeyler geliyor onun aklına. Yani o kızda bir yanlışlık var ve bunu ailemiz yavaş yavaş görmeye başlayınca tehlikeli olaylar cereyan ediyor. Esther artık evdeki herkes için potansiyel bir tehlike oluyor. Yürüyen bela. Ürkütüyor ve söylediklerini yaptırmakta o kadar usta ki, sözünden çıkmaya cesaret bile edemiyor kimse. Esther, özellikle evin küçük kızı Max'i etkisi altına alıyor. Max mükemmel derecede akıllı ve bir  o kadar da sevimli bir kız. Bunu filmi izleyen herkesin fark etmemesi olanaksız. Bu yüzden Esther'in Max ile uğraştığı her sahnede küfrü basmamak zor.

       Film hakkında daha fazla bilgi vermek istemiyorum ki tadı kaçmasın. Çünkü bu filmi izlettiren asıl şey merak... Benim değinmek istediğim bir nokta da Esther rolüyle izlediğimiz Isabella Fuhrman'nın mükemmel oyunculuğu... İnsan hayran olmadan edemiyor. 1997 doğumlu bu kız film çekimleri esnasında 12 yaşındaydı ve yaşından daha büyük bir başarı gösterdi, göz doldurdu. Onu bu filmden sonra büyük yapımlarda göreceğimiz hemen belli oluyor. En son Açlık Oyunları'nda küçük bir rol verilmişti kendisine. O bile mükemmel kariyerine güzel bir adım bence.

Bir diğer övgüyü filmin diğer bir çocuk yıldızı Max rolündeki Aryana Engineer hak ediyor. Isabella, Esther rolüyle ne kadar devleşip kendinden nefret ettirdiyse, Aryana'da devleşip bize kendini çok sevdirdi. Sevimli mi sevimli, tatlı mı tatlı bir kız Aryana. Ve bir o kadar da mükemmel bir oyuncu. Tebrikler ona ve Isabella'ya o zaman.
    Filmin asıl can alıcı noktası, sonu. Lütfen sonuna kadar izlemeden 'anladım ben ya nolcanı' deyip filmi kapatmayın. Sonu size 'ohaaaaaaaaaaa' dedirtecek cinsten. Farklı ve akıllara gelmeyecek bir son. O yüzden hazır olun derim. Bu günkü filmimiz 2009 yapımı gerilim filmi, Orphan. Tavsiye ederim, beğeninize sunarım.

11 Temmuz 2013 Perşembe

Günün Kitabı / Firefly Lane


    
 Güzel bir günde, güzel hislerle aldığım bu kitabı sizlere önermek istiyorum bugün. Kristin Hannah, tüm duruluğu, sadeliği, mutluluğu bu kitaba yansıtarak yazmış. Okurken eğlendirmek, düşündürmek, ders vermek için kalemini tüm ustalığıyla kullanmış. Şu sıcak günlerde içinizi daha da ısıtacak bir kitap Ateşböceği Yolu. Ben sonbaharda almıştım bu kitabı ve balkonumda battaniyem ve kahvemle tüm gün güzel bir tebessümle okumuştum. Sonunda hem gülümsemem hem de gözyaşlarım bana eşlik etmişti.
    Kristin Hannah'ın kalemini özetlemek gerekirse en çok aile, dostluk, aşk üzerine yazmaktadır.  Hatta neredeyse tüm kitapları hem dostluk hem aile hem de aşkı içerir. Hepsi bir aradadır yani. Bu yüzden okuduğunuz her Kristin Hannah kitabında kendinizden bir şeyler bulursunuz, belki de bir karakterin yerine kendinizi koyarsınız. Anlatılanlar ne fantastik, ne doğa üstü ne de bilim kurgudur. Tamamen gerçektir ve hayatımızın içindendir. 
    Yetmişli yılların başında başlayıp iki binlere kadar uzanan bu kitapta Amerika'nın o yıllar içerisindeki değişimlerini, yaşam tarzını ve modasını da görüyoruz. Liseden başlayıp üniversiteye, sonra iş hayatına, sonra aile hayatına kadar uzanıyor kitap. Bu süreçte bize iki yakın dost eşlik ediyor. Birbirinden çok farklı ama bir o kadar da sıkı bağlarla bağlı iki dost... Kate içine kapanık, kendine pek güvenmeyen ve iyi bir aileye sahip kız, Tully ise kötü bir anneye sahip, ona rağmen öz güveni yerinde, popüler ve dışa dönük bir kız... Bu ikisinin yolu güzel bir günde kesişir ve ondan sonra ikisinin de hayatları eskisi gibi olmaz. Artık Kate ve Tully iki çok yakın dost olmuşlardır ve hayallerini bile birlikte planlamaya başlamışlardır. Kate'in ailesi Tully'nin de ailesi olmuş, yedikleri yemekler bile ayrı gitmiyordur artık. Mutluluk, hüzün, gözyaşı, huzur, aşk... Farklı hayalleri olan iki farklı dost... Her şeye rağmen kopmayan... Tully ve Kate bize güzel şeylerin hala var olduğunu, dostluğun her şeyi halledebileceğini, inanmanın ne kadar önemli olduğunu gösteriyorlar kitapta. En güzel dersleri de dostluk üzerinden veriyorlar.

 Ders 1: Yanında her zaman, senden çok farklı bile olsa, en yakın dostum diyebileceğin biri olsun.
     Ders 2: Her ne olursa olsun en yakın dostum dediğin kişiyi yarı yolda bırakma.
    Ders 3: Ve seni senden iyi tanıyan kişidir dostun. Ne olursa olsun onu ikinci plana atma ve dostluğun değerini yitirmesine izin verme.
 .
 .
  . 
    Eğer kitap okumak istiyor ve hangi kitabı  alacağına karar veremiyorsanız Kristin Hanna sizin ilk tercihleriniz arasında olmalı. Sizi sıkmayan, boğmayan ve bunaltmayan bir kalemi var. Ve aşkı, aileyi, dostluğu bu kadından daha güzel anlatan başka bir yazar bulamazsınız. 
     
 
 
 
   

10 Temmuz 2013 Çarşamba

Günün Filmi / I Spit on Your Grave (2010)


   İntikam, nefret, acı... Bunlar bir filmde olmazsa olmazlar arasında bunu hepimiz biliyoruz. Ama bu özellikleri taşıyan karakterin, bizim iyi karakterimiz olması biraz alışılmışın dışında. Bu film size iyi şeyler hissettirmeyebilir, psikolojinizi bozabilir, midenizi kaldırabilir... O zaman neden öneriyorsun diyeceksiniz haklı olarak ama her şeye rağmen izlenmeyi hak ettiğini düşünüyorum.

   Bugün size bahsedeceğim filmin iki versiyonu var. biri 1978 yılında çekilmiş ve çok başarılı bir film. Ama ben size daha güncel olanından, 2010 versiyonundan bahsetmek istiyorum. Bir kadın düşünün. Kaldırabileceğinden çok daha fazla şeyler yaşayan bir kadın... Acının büyüklüğü ona neler yaptırabilir? Filmin en başından en sonuna kadar tüyleriniz diken diken olacak, kanınız donacak, inanamayacaksınız. Ana karakterimiz Jennifer (Sarah Butler) kendi halinde bir yazardır. Daha iyi şeyler yazabilmek için her şeyden uzakta, sessiz, sakin bir yerlere gitmeye karar verir. Bundan sonra başına gelecekleri bilseydi eminim onları yaşayacak olmasındansa bileklerini keserdi.

   Jennifer yeni evine taşınacağı gün aynı kasabadan birkaç adamla karşılaşır. İşte o karşılaştığı adamlar hayatını bir anda cehenneme çevirecek adamlardır. Birkaç gün sonra Jennifer'ın evini basarlar ve olayla ondan sonra başlar. 


   Bir izleyici olarak şunu söyleyebilirim, Sarah Butler hayat verdiği Jennifer karakterini o kadar güzel ve gerçekçi oynamış ki, olayları televizyon ekranından değil de hemen yaşandığı yerden izliyormuşsun hissine kapılıyorsun. Her an kalkıp engel olmak, dur demek, çığlık atmak hatta belki de birilerini öldürmek istiyorsun. Bunları sana hissettiren bir filmi sonuna kadar izlemek çok zor. Hatta bir yerlerde okuduğum habere göre Sarah Butler girdiği role kendini o kadar kaptırmış ki, ağlamak zorunda olduğu sahnelerden sonra ağlamayı kesememiş, sinir krizlerine girmiş ve bir rol arkadaşının dişini kırmış (filmi izleyenler, diş kırma olayının hangi sahnede gerçekleştiğini anlayacaktır). Yalan yok, bir bayan olarak o rolü üstlenmek, oynamak çok çok çok zor olmalı bunu anlayabiliyorum filmi izlerken. Herkes anlayacaktır. O yüzden Sarah Butler o mükemmel oyunculuğu ve casareti için tebrik edilmeli.

   Film bir tecavüzü ve sonra olan olayları içeriyor. Her sahnesi ustaca düşünülmüş. Belki birkaç yerde mantık hatası olabilirdi ama hoş görmek lazım. Sonuçta izletilmek istenen asıl şey bence kesinlikle hakkıyla işlenerek izletilmiş. Sadece Sarah Butler da değil, diğer karakterlerimiz de kendilerine verilen o iğrenç karakterleri ustaca hayata geçirmişler. Karakterler, gerçek hayatta karşılaşırsanız gözünüzü kırpmadan öldürebileceğiniz tipler. Her yerlerinden kötülük akıyor. Gördüğünüz ilk anda onlarda uğursuz bir şeyler olduğunu anlıyorsunuz. Huzursuz ediyorlar. 


   Filmin devamı ise insanın midesini kaldıracak kadar gerçekçi intikam sahneleriyle dolu. Ama o kadar nefret ediyorsunuz ki karakterlerden, başlarına gelenleri ne kadar tiksiniyor olsanız da gözünüzü kırpmadan seyrediyorsunuz. Başlarına gelen her şeyi hak ettiklerini düşünüyorsunuz. Aynı zamanda asıl karakterimiz Jennifer'ın içinde yaşattığı başka bir kadını da görme fırsatı yakalıyorsunuz. Filmin başında çok farklı, devamında çok çok farklı bir Jennifer izliyoruz. Bunu ustaca hayata geçiren Sarah Butler'ı yine tebrik etmek istiyorum. Muhteşemdi.

   Size filmin sonunda ne olduğundan ya da Jennifer'ın neler yaptığından bahsetmek istemiyorum. Sadece izleyin ve görün. İzleyin ve dökülen kanın sizi tatmin ettiğini gördükçe şaşırın. Birilerinin vahşice ölmesi size zevk verecek. I Spit on Your Grave / Mezarına Tüküreceğim bu günün size tavsiye ettiğim gerilim filmi. Açın izleyin derim.



8 Temmuz 2013 Pazartesi

Günün Kitabı / Full Dark No Stars


   Beni tanıyan, ne kadar büyük bir Stephen King hayranı olduğumu bilir. O yüzden öneri kısmımın ilkini ona ayırmak istiyorum. Dört tane birbirinden farklı öykülerden oluşan bu kitap, hem gerilim, hem korku, hem gizem, hem de psikolojik kitapları sevenlere ayrı ayrı hitap ediyor. Öykülerin her biri dudak uçuklatacak kadar gerçekçi ve sağlam. Ayrıca King öykülerinin her birinde tasvirleri o kadar inandırıcı ve mükemmel ki insan kafasında canlandırdığı sahneden bile korkuyor. O anın gözlerinizin önünde belirmesine engel olamıyorsunuz. Düşünsenize iğreniyorsunuz, mideniz bulanıyor, yapışkan bir kötülük hissediyor ama yine de kitabı okumayı bırakamıyorsunuz.
  
    Öykülerden ilki olan ve beni en etkileyeni 1922, insan doğasının ne kadar vahşileşebileceğini utanmadan gözler önüne seriyor. Zaten ana karakter Wilfred James de bunu destekleyen nitelikte bir cümle kullanıyor yazdığı itirafnamesinde: "Her insanın içinde başka birinin, bir yabancının olduğuna inanıyorum." James'ın yabancı olarak tanımladığı adam ortaya 1922 yılında karısının ona babasından kalan çiftlik arazisini satmak istediğini söylediğinde çıkıyor. Bundan sonra olanlar kanınızı donduracak cinsten yazılmış. Bir adam, idealleri, istekleri, hayalleri için neler yapabilir? Ona istemediği bir şeyi yaptırmaya kalkarsanız ne kadar delirir? Peki çok yanlış bir şey yapmaya karar vermişse ve bunu yapmakta sonuna kadar kararlıysa onu vazgeçirebilir misiniz? Vazgeçirmeye kalkarsanız bir katile bile dönüşür mü? Karısı olsanız bile ya bu adam size acımazsa? Herkesin içinde bilmediği biri yaşıyor bu kesin. Ve o bilmediğimiz, tanımadığımız kişi hangi koşullarda ortaya çıkar anlayamadığımız için hazırlıksız yakalanıyoruz. Korku ve cesaretin mükemmel bir şekilde harmanlanmış hali, 1922.
  
    Kitabın ikinci öyküsü olan Koca Şoför, özellikle de bayanların hem iğrenerek hem de sinirlenerek okuyacağı bir çalışma. Kendi halinde bir bayan olan ve polisiye kitaplar yazan Tess'in, beklenmedik bir imza gününü en sıradan şekilde bitirmişken, başına hiç ummadığı şeyler gelir. Tecavüze uğramış ve ölüme terk edilmiştir. Bundan sonra olacaklar ise Tess'in intikam almasını anlatıyor. Peki Tess aslında kimden intikam alıyor? Başına gelenler ona neyi gösteriyor? Ne yapması gerekiyor? Ve Tess tüm bunları düşünürken, yepyeni birini tanıyor: içindeki yabancıyı. Tüyler ürperten gerçeklik... Öykü başından sonuna kadar gözlerinin önünde gerçekleşiyor sanki. Olanların kötü kokusu tüm çıplaklığıyla burnuna doluyor. Koca Şoför sana içindeki deliyle tanışma fırsatı sunuyor.

   Kitabın üçüncü ve en kısa öyküsü olan Adil Uzatma, adaletsiz olduğunu düşündüğümüz dünyanın perdesini aralıyor. Kısa olduğuna bakmayın, belki de en iğrenci. Ölümün kıyısına gelmiş hasta adam Dave Streeter ve onun şans eseri karşılaştığı bir adam... Bundan sonra olacaklar hiç kimsenin planlamadığı şeyler. Birini öldürmek ne kadar kolay? Peki birini öldürmek için silah kullanmak zorunda mıyız? Hayır diyor şeytan bu öyküde. Birini öldürmek için ondan nefret etmeniz veya onu kıskanmanız yeterlidir diyor. Peki işin öldürmek kısmı mı? Sen nefret et, şeytan öldürsün.

   Kitabın son öyküsü olan İyi Bir Evlilik ise bizlere, yirmi yıldan fazla tanıdığın, aynı yemeği, aynı yatağı, aynı masayı paylaştığın birinin aslında çok farklı biri olabileceğini gösteriyor. En yakınım diyorsun belki ama o en yakınının tüyler ürperten, şok etkisi yaratan bir sırrını öğrendiğinde en yakının olmadığını çok iyi anlıyorsun. O yine aynı kişi, aynı yüz, aynı beden... Ama içinde yaşattığı o diğer insan çok çok çok farklı. Darcy Anderson yirmi küsür yıllık kocasının bu farklı yanını keşfettiğinde iş işten geçmiş oluyor. Tamamen tesadüf eseri... Peki Darcy o andan itibaren ne yapıyor? Nasıl davranıyor? Bu gerçekle yaşamaya göz yumuyor mu yoksa buna seyirci kalamıyor mu? Öyküde nefes kesen bir şeyler var. Sanki dakikalarca koşmuşsun da bir yere tutunup dinlenme ihtiyacı hissediyormuşsun gibi... Okurken şaşıracağınız, küfürler edeceğiniz hatta belki de yok artık diye çığlığı basacağınız bir öykü İyi bir Evlilik.
   

Günün Filmi / Safe Haven




  Blog oluşturmaktaki amacımın bir şeyler paylaşmak olduğunu söylemiştim ya, sık sık günün filmini ve günün kitabını paylaşacağım sizlerle (benim gözümde tabi ki.) Bu günün filmi veya günün kitabı güncel şeylerden olmayacak, sadece ruh halime göre seçeceğim filmler ve kitaplar olacak. Ben eleştirmen, sinema öğrencisi falan da değilim bu arada. Sadece kendi çapımda bir şeyler yazmaya çalışacağım. Umarım zevklerime ve yorumlarıma güvenip beni dinlersiniz :):)
  Günün şanslı filmi ise bol bol romantizm kokan bir film: Save Haven. Bu filme ise şans eseri rastlayıp izledim. Film başlarken önce meraklandırıyor. Hareketli, heyecanlı bir giriş yapıyor. Bu esnada sadece romantik-dram-komedi severlere değil de, heyecan, gerilim severlere de hitap ettiğini gösteriyor. Sonrası genç bir kadının kendini bulma, tanıma, sınama ve değiştirme aşamalarının bir derlemesi gibi. Ayrıca kitabın bir Nicholas Sparks romanı olduğunu da belirtmek isterim. Yazarımızı bilen bilir. Mükemmel senaryoları, kitapların vardır. The Notebook, Dear John, A Walk to Remember, Lucky One bunlardan yalnızca bir kaçı. Yani filmimizin asıl kahramanlarının karakterlerini, kişiliklerini, ruh hallerini bu filmlerden yalnızca birini bile izlemiş olan kişi, az da olsa tahmin edebilir. Bilmeyenlere karakterleri özetlemek gerekirse tek cümle kullanabilirim. Salt sevgi dolu insanlar… Bu filmimizde ise baştan sona sevgi dolu ana karakterler görüyoruz. Bayan ana karakterimiz bize kendiyle ilgili merak ettiren şeyler izlettiriyor. Onun hakkında daha çok şey bilmek istiyoruz izlerken. Aslında filmi izlettiren bu bayan karakterimiz oluyor. Erkek ana karakterimiz ise baştan sona kadar filme adını veren güvenli liman olduğunu bize gösteriyor. Sevgi dolu, güçlü, güven veren ve bir o kadar da acı çekmiş…



Erkek ana karakterimizin bir diğer özelliği de mükemmel bir baba olması. Baba sıfatını taşıyan bir karakter ise zaten güven dolu olmak zorunda.
  Ve beni benden alan asıl şey, filmimizin mekanının Southport adında şirin mi şirin bir liman kasabasında geçmesi… Filmi izleyince ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız. Her şeyi bırakıp gidilebilecek bir yer.





Ve son olarak filmin sonu… Filmin sonunda tüyleriniz diken diken olacak. Akıllıca düşünülmüş. Sanki filmin sonuna nasıl damga vururuz diye düşünmüşler. Duygusal ve bir o kadar da keskin bir son. O yüzden şu an film izlemeyi düşünen kim varsa, bu filmi ona öneriyorum. Umarım siz de beğenirsiniz JJ

7 Temmuz 2013 Pazar

Güzel Bir Gün, Güzel bir Başlangıç

Herkese merhaba :) Önce şöyle sevimli bir giriş yapayım istedim. Blog oluşturmak uzun zamandır istediğim ama bir türlü kısmet olmayan bir eylemdi ve onu da gerçekleştirmiş bulunuyorum. Sırada ise sizlerle paylaşmak istediğim birçok şeyi paylaşmak var. Umarım onu da en güzel şekilde gerçekleştireceğim. En büyük hayalim çok okunmak veya popüler olmak falan değil. Sadece kendi çapımda, belki de kendi kendime bir şeyler yazmak, bir şeyler paylaşmak asıl isteğim. Bilgisayarı elime her alışımda sosyal paylaşım sitelerinin haricinde bir yerlere girmek ve benim kendi dünyama ait bir yerlerin olmasını istiyorum. Malum okullar da tatil... O zaman umuyorum ki bu büyük boş vakit avantajını en güzel şekilde kullanırım. :) :)